Anadolu’nun Kalbinde İki Durak: Mahperi Hatun Kervansarayı ve Ballıca Mağarası
Tokat’a doğru yola çıktığınızda, Alaca üzerinden gelen rotada sizi karşılayan iki durak var ki, biri tarihin ağır taşlarına yaslanmış, diğeri yeraltının binlerce yıl sabırla oyduğu bir mucize. Bu satırlarda, hem Selçuklu izlerini taşıyan Mahperi Hatun Kervansarayını hem de Tokat’ın derinliklerine gizlenmiş Ballıca Mağarasını anlatmak istiyorum. Yolculuğumun küçük ama unutulmaz iki molası…

Sessiz Bir Anıt: Mahperi Hatun Kervansarayı
Tokat’a yaklaşırken, Pazar ilçesi yakınlarında yol kenarındaki taş yapının görkemi hemen dikkatimi çekti. Dış cephesi zamanla yıpranmış olsa da, taşların arasında hala ayakta kalma iradesini görebiliyorsunuz. Mahperi Hatun Kervansarayı, adını Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad’ın eşi Mahperi Hatun’dan alıyor ve 13. yüzyılda yapılmış.
Burada zaman durmuş gibi. Avluya girerken o ağır taş kapının altından geçip içeri adım atınca, insan bir anda yüzyıllar öncesine düşüyor. Göçerlerin, tüccarların, atların ve kervanların gelip geçtiği bir mekân… Bugün sessiz. Ama sessizliği bile anlatıyor; kervanların sabaha kadar yaktığı ateşleri, yorgun seyyahların duvar dibinde uyukladığı geceleri…
Yapı oldukça iyi korunmuş, özellikle iç mekânda revaklar hâlâ ayakta. Kışlık ve yazlık bölümleri görebiliyorsunuz. İçeriye girip birkaç dakika taş duvarlara dokununca, zamanla bağ kuruyorsunuz. Bir yapı sadece mimari değildir, insan eli değmiş her taş bir hafıza taşır. Mahperi Hatun’un bu yapıya neden adını verdiğini, neden böyle bir hayır işi yaptığını da düşünmeden edemiyor insan. Hem kadın bir figür olarak tarih içinde bu kadar güçlü bir iz bırakması etkileyici hem de böyle bir yapının günümüze ulaşması bir şans.
Kervansaray çevresinde bir sosyal tesis yok, ama aracınızı park edip kısa bir yürüyüşle etrafı dolaşabilirsiniz. Tokat’a varmadan önce, tarihle temas etmek isteyenler için sessiz ve karakterli bir mola yeri.

Yeraltının Sessiz Şöleni: Ballıca Mağarası
Mahperi Hatun Kervansarayı’ndan sonra Tokat’a doğru yol alırken, Pazar ilçesinin yukarısındaki dağların arasına gizlenmiş Ballıca Mağarasına uğramadan geçmek olmazdı. Bu mağara, Türkiye’nin değil, dünyanın da sayılı doğal oluşumları arasında yer alıyor. Birkaç sene öncesine kadar adını bile duymadığım bu yer, doğanın sabırla şekillendirdiği bir yeraltı sarayı gibi.
Mağaranın girişine ulaşmak için bir miktar rampa çıkılıyor ama zahmete kesinlikle değiyor. İçeri girince gözleriniz karanlığa alışıyor ve bir anda devasa bir dünyaya açılıyor her şey. Sarkıtlar, dikitler, sütunlar… Hepsi binlerce yılda, damla damla oluşmuş. Mağaranın içindeki havanın serinliği, dışarının sıcağından sonra ferahlatıcı oluyor ama en etkileyici kısmı sessizlik ve yankı. Her adımda, suyun taşı sabırla nasıl şekillendirdiğini izliyorsunuz.
Ballıca Mağarası, toplamda 8 salondan oluşuyor. Bunlar arasında Büyük Damla Taşlar Salonu, Fosil Salon, Çamur ve Mantarlı Salon, Yarasa Salonu gibi bölümler var. Her biri farklı bir renk, doku ve biçimde. Bazı sarkıtlar insan boyundan uzun. Özellikle aydınlatmanın da etkisiyle içeride büyülü bir atmosfer var. Bilim insanları bu mağaranın 3.4 milyon yıl yaşında olduğunu söylüyor; insan zihni bu kadar büyük bir zaman kavramını kolayca algılayamıyor. Ama bir kaya damlasına dokunduğunuzda, onun zamanla değil, sabırla var olduğunu hissediyorsunuz.
Ballıca Mağarası, sadece bir doğa harikası değil, aynı zamanda kendinle baş başa kalabileceğin bir iç dünya gibi. Kalabalık gruplar yoksa içerideki sessizlik meditasyon gibi geliyor insana. Benim gibi mağaralardan çok etkilenmeyen biri bile, buradan hayranlıkla ayrıldıysa, bu mağaranın ne kadar büyüleyici olduğunu tahmin edebilirsiniz.
Yolun Düşerse…
Tokat’a gelenlerin çoğu merkezdeki kalelere, müzelere ya da meşhur yazma atölyelerine yönelir ama bu iki yer – biri taşın sessizliği, diğeri toprağın sabrı – rotaya eklendiğinde yolculuğun kimyası değişiyor. Alaca’dan Tokat’a doğru gelirken kısa bir sapmayla hem tarihe hem doğaya selam verebilirsiniz. Üstelik kalabalıklardan uzak, kendi ritminizde.
Bu yolculukta bana eşlik eden Mahperi Hatun’un gölgesiyle ve Ballıca’nın soğuk nefesiyle ayrıldım o rotadan. Her ikisi de Tokat’ın anlatılmamış, hissettirilmiş yüzlerinden biri. Ve bu yüzü tanımak, Tokat’ı gerçekten anlamak demek.